17 Aralık 2007 Pazartesi

Nihat Genç Az bile demiş....

Nihat Genç, en sonunda dayanamamış Ekşi sözlük'ün kendini bilmez yazarlarının kanun tanımaz bir şekilde yalan yanlış, hakaret dolu, adamın ne dediğini dinlemeden saldırıp eleştiri adı altında verip veriştirmelerine cevap vermiş. Sözlük ilk kurulduğu zamanlardan beri takip eden, binlerce entry girmiş bir insan olarak kendisine hak vermeden edemedim. Zaten aşağıdaki video'da ne dediğini kendi ağzından da dinleyebilirsiniz.

Sözlük gerçek anlamda bir "bilgi kaynağı" olark başlamıştı. "bilgi paylaşıldıkça anlam kazanır" mantığı ile, Türkçe bir sözlük olarak inanılmaz işler başarıyor idi. Ta ki, "insan" denilen canlı bu sanal bilgi kaynağını da kendi doğasındaki hilebaz, iki yüzlü, karşı cinse ulaşmak için her yol mübahtır, yaklaşımı ile mahfedene kadar. Sonra birden ortalıkta biten ve kendini yönetici ilan eden ilginç tipler, SSG tayfasına kendini sevdirip "güç"ü ellerine geçirene kadar. Sonrasında ise, birden ortalık Atatürk, Cumhuriyet, Ulusal değerler'e hakaret eden, ülke ile ilgili düşüncelerini ortaya koyan insanlara bir "sanal linç" hareketi başladı. en büyük güç olarak da "demogoji"yi arkalarına alan bu ilginç "azınlık" bir anda sürü güder bir psikolojiye vardırdı olayı.
İnsan zaten otoriteye baş eğen bir varlık olarak kurgulanmıştır tarih boyunca, ama "bilişim devrimi" sonrasında ortaya çıkan bu yapıya bu kadar çabuk sızacağını, bu kadar derin çürüteceğini 2000'li yılların başında söyleseler inanmazdım. Ama ne yapalım olan oldu....

Özellikle kanuni boşluklardan yararlanan bu güruh, beğendiklerini parlatmayı, beğenmediklerine ise Maraş olayları yazımda belirtiğim iğrenç olayların sanal ve azaltılmış hallerini yapar hale geldiler. Özele atılan mesajlar, entry'lerin silinmesi, sonra sizi silip, binlerce kaydınızı uçurmaları.

İnsan yazık diyor, başka bir şey demiyor. Ama orada edinilen dostluklar baki kalıyor, gerisi yalan, dolan oluyor.....

Neyse ki 5651 no'lu yasa çıktı ve bu yasa'nın Ekşisözlük içindeki bu güruhu biraz olsun durdurabileceğine inanıyorum.

Sözlük yazarları da, "karşı taraf ne diyor" diye dinlemeden entry girme hastalığından vazgeçer ise, Roma imparatorluğundaki "Mob rules" yaklaşımından biraz uzaklaşırlar temennisindeyim. Yani binlerce yıl geçmiş, biraz ilerleyelim arkadaşlar....


Nihat Genç'in ne dediğini, kendi ağzından dinledikten sonra ne yazarsanız yazın. Ama başkalarının dolduruşu ile yazı yazmayın.
Bunun sonunu nereye gittiği belli....

Sözlük böyle bir amaç için başlamamıştı....

16 Aralık 2007 Pazar

Nifak tohumu nasıl atılır?

Bugün pazar olduğu için geç kalktık, kahvaltıya oturduk. Kakara kikiri yaparken arada gazetelere de bakıyorduk. Sonra "Maraş Katliamı" başlıklı bir yazı gördük. Ve resmen insanlıktan tiksindik.

1978 yılında, yani çok değil 29 sene önce Kahramanmaraş'ta "Allah,din" kavramları ile cahil, hayvandan hallice zekalı insanların gaza getirilerek camilerden ve belediye hoparlörlerinden yapılan "Aleviler din kardeşlerimizi katletti, öcümüzü alalım" , "oruç ve namazla hacı olunmaz, 1 alevi öldüren 5 sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır" gibi kışkırtmalar sonucunda, kelimenin tam anlamı ile bir katliam yaşanıyor.

Daha 2 gün önce, alışveriş yaptıkları bakkal, resmi işlerini yaptırdıkları memur, her sabah selamlaştıkları komşuları tarafından akıl almaz vahşetlerle katledilen insanların resimlerini gördüm. Insan olarak tiksindim, yani henüz o kadar da tekamül'ümün yüksek olmadığını, bunların soyunu sopunu hemen ortadan kaldırmak gerektiği hissine kapıldım.

Ben Alevi değilim, özel olarak sünni, alevi, şii olduğu için insanların birbirine girmesini hiç bir zaman anlamadım, anlamak da istemiyorum zaten. Birilerinin gazına gelip bu şekilde vahşete imza atanların bırakın adil bir yargıyı, 1 saniye daha oksijen tüketmemeleri gerektiğine inanıyorum.
Neler olmuş;

mutaassıp küçük-burjuva ve lümpen kitleler “bugün cihat günüdür, Alevileri öldüren cennete gider”, “komünistleri bırakmayın” sloganları eşliğinde saldırılarını günlerce sürdürmüşlerdi. Saldırılar sonucunda 111 kişi ölmüş, Alevilerin ve solcuların evleri ve işyerleri yakılıp yıkılmış, Alevi nüfusun %80’i Maraş’ı terk etmiştir.

saldırılarda yapılanlara inanamazsınız, yaşlılara tecavüz, canlı canlı yakma, cinsel organlara kazık çakma, bebeklere işkence, hamile kadınların karnındaki ceninlerin duvara çakılması..... (Yazmaya utanıyorum bir insan olarak)

Peki bunu yapanlara ne olmuş dersiniz?

Sıkı yönetim mahkemelerinde açılan davalar 1991 yılına kadar sürmüş, çoğunlukla sağ ve aşırı sağ görüşlü olarak nitelenen toplam 804 kişi hakkında dava açılmış, sanıklardan; 29 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1-24 yıl arasında hapis cezaları ile cezalandırılmıştır.[kaynak belirtilmeli] İdam ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır. Sıkı yönetim mahkemesinin kararı Yargıtay tarafindan bozulmuş, yeniden yapılan yargılama sonucunda idam cezaları uygulanmamıştır. Ceza alanların cezaları da; 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu nedeniyle, ertelenerek serbest birakıldılar.

Pazar günümde yine insanlıktan tiksindim.

İşte "ülkeyi bölmeye çalışıyorlar", "halk arasına nefret tohumları aşılanıyor" şeklindeki uyarıların, uyarmaya çalıştığı olaylar bu tip olaylardır. Şu anda Irak'ta kapanmayan kadınların teker teker öldürülüyor olması da bu tip bir şeydir.

Konu ile ilgili M.Ali Birand'ın belgeseli var aşağıda. Dayanabilirseniz izleyin:

15 Aralık 2007 Cumartesi

Iphone'un rakipleri



Iphone ile ilgili eleştirel bakışlar ve eksik/gedik konularına daha önce değinmiştim. E Iphone var, peki rakipleri yok mu? olmaz mı?





ASUS




Asus'u "abi çok baba bir anakart markası" diye bilirken, Asus ufaktan ufaktan ortamlara akıyor. Şimdilik bir concept olduğu ve çıkış tarihi bilinmemekle birlikte bu ufaklıkta çok keyif verici bir alet olacak kanımca. 9mm inceliğinde olan cihaz, 3.9" dokunmatik ekran, q klavye, 2 mp kamera, bluetooth, microSD, 3g ready olarak çıkacak.

Tabii üzerinde çalışacak yazılımlar nedir ne değildir daha ortada yok. Ama Asus idaaalı.

Daha detaylı incelemek isteyenler tıklasın.

MICROSOFT

Microsoft "her ortamda olmazsam olmaz", "yapanın boynuzu kulağı mı var kardeşim" yaklaşımını burada da gösterdi. Göstermemesi de beklenemezdi. Bir site mi tutuyor, hop microsoft aynısından satın alıyor, SSL-VPN çok mu popüler oldu güvenlik kısımlarında, hop Whale'i alıyor kendine katıyor. Detaylar için tıklayın.

Neyse e apple Iphone çıkınca herhalde "bizsiz olmaz" dediler ve Ophone üzerine eğildiler. "Ophone da ne ki?" dediğinizi duyar gibi oluyorum. Windows Mobile işletim sistemine sahip , üç klavye ve ortasında yuvarlak bir LCD ekrana sahip, Müzik çalar ve Q klavyesi bulunan cihazın satması için Microsoft bir de ne ekledi dersiniz? E 3 klayvesinden 3 kişi aynı anda oyun oynayabiliyor. İlginç mi geldi, O zaman izleyin ve görün:







SAMSUNG





Samsung "yılların telefoncusuyum, ben de yaparım kardeşim" dedi ve Ultra Smart f700'ü tanıttı. Üç-band GSM telefonu olan F700, Multi-touch dokunmatik özellikli (birden fazla dokunmaya duyarlı), 2.8-inç, 262k ve 240x440 piksel ekrana sahip. Bunun yanında q klavye koymayı da unutmamışlar. Mp3, Real Player, Mpeg4 gibi pekçok popüler format desteğine sahip Samsung F700'ü üretirken bir tanesi VGA ve video görüşmeleri amaçlı, diğeri ise 5 Mp ve otomatik odaklanma özelliği ile " ne çekersen çek kardeşim, benden uzak ol yeter" yaklaşımında.

3G özellikli telefon EDGE, GPRS ve HSDPA veri transfer hizmetlerini de destekliyor. Bluetooth ve Usb bağlantıları yapılabiliyor, microSD kart yuvası ile hafıza arttırılabilir. Html tarayıcı da var. Ama bunun detayları daha belli değil ( java, flash? )
HELIO
Hadi yukarıdakileri biliyoruz, peki bu markayı biliyor muyuz? Ben bilmiyordum, ama bir alet çıkarmışlar Iphone'un yarı fiyatına bakın özelliklerine:
3G destekli, iki ayrı klavyesi olan, AIM, Yahoo, MSN desteği olan, MMS destekleyen, iPhone gibi HTML tarayıcısı olan, bilgisayarsız doğrudan müzik indermeye izin veren, oyun desteği bulunan, Stereo Bluetooth’u destekleyen (A2DP), MySpace ve YouTube desteği olan, GPS ve Google Harita desteğine sahip, 2 megapiksel flaşlı ve zoomlu kamerası olan, video kaydı yapan, çıkarılabilir pili olan bir alet. Bunu da bir izleyin derim:


14 Aralık 2007 Cuma

Milli takım kaç paralık?







Yani aslında manasız bir polemik gibi gözükse de, "bazı değerlerin para karşılığında satılması" olarak gördüğüm bir şey milli takım'ın renginin değişmesi.

Burada sorun renk gibi ortaya konulsa da, ben olaya daha çok SPONSOR istiyoru, PARAYI BASTIRIYOR diye bir ülkenin milli takım'ının formatının değiştirilebiliyor olması. sonuçta her şey para değildir, olmamalıdır. Milli takım kar amacı ile kuruldu ise bilelim, ben T.C. Vatandaşı olarak hakkım varsa o zaman bu takıma desteğimi çekeyim. Ne de olsa kar amacı ile kurulmus yapılara ŞİRKET denir, ve kar ana amaç olduğu için her şey beklenir doğası gereği. Neyse sonuc olarak adamlar parayı bastırıyor diye forma rengi değişiyor ise, olmaz olsun böyle milli takım bence.

Şimdi belki de , "abartıyorsun", "ne önemi var", "o zaman giyme o formayı, oldu olacak türk malı forma giy" diyeceksiniz. diyebilirsiniz. Bu olay böyledir, oturur toplum mühendisliği, yakın tarih, futuroloji falan okursanız göreceksiniz ki, dünya global şirketlerin yönetimine girme eğiliminde. Bunun en önemli safhası da "ulus" kavramlarının yok edilmesi. İşin ilginci bu yüzyıl başında bir önceki proje olan "ulus kavramının yaratılması" daha yeni bitmişti. İmparatorlukları "ulus" lara böldüler, şimdi de "ulusları bölüyorlar"...

O nedenle belki de Coca cola'nın CEO'su Türk oldu diye saçma sapan haberler gazetelerde koca manşetlerle yazılıyor. Buna da bir çift laf edeyim, kardeşim adam bordro'lu eleman sonuçta. Öyle milli bir övünç kaynağı görmüyorum ben, ki adam Amerikan vatandaşı zaten. hani Türkiye'ye yarar sağlayacak ise, coca cola gibi sağlığa zararlı bir mamülü kaldırsınlar Türkiye'den ki çocuklar kurtulsun bari...


Sonuç olarak Milli Takım kavramını bu hale getirenler utansın..

Iphone ne işe yarar?


Iphone gecen bu sene ortamlarda konusulmaya başlanmakla kalmayıp, parasına kıyan pek çok insanın alıp yanında gezdirmeye başladığı bir aparat olmaya başladı. Iphone sahibi olmanın verdiği gururla insanlar bu pazarlama çılgınlığından nasibini aldılar, çevrelerine de aldırmaya başladılar.


Ancak biraz daha detaylı incelemek gerekirse ;



- 3G desteği yok. Şebeke içi internet için GPRS/EDGE kullanılmak zorunda.
- 3. parti yazılım desteği yok, kapalı sisteme sahip. Jobs’un yalanına kananlar, tarayıcı ve internetsiz çalışmayan Web 2.0 uygulamalarını 3. parti yazılım sanıyor
- Oyun yok
- Java ve Flash desteği yok
- Koca koca reklamlar yapılsa da, YouTube desteği sadece 10.000 video ile sınırlı
- Çıkarılabilir pili yok. 300-400 şarjdan sonra (1 yıl), fahiş paralar ödenerek değiştirilmek zorunda


- MMS desteği yok
- Tuşsuz yapısı ve dokunmatik ekranı nedeniyle tek elle kullanılamıyor. Fiziksel klavyesi yok
- İki megapiksellik kamerası var, fakat video kaydı yapamıyor. Zoom yok, flaş yok
- GPS yok
- Anlık mesajlaşma (AIM, Yahoo, MSN) desteği yok
- Bluetooth üzerinden diğer aletlere içerik gönderilemiyor, Bluetooth sadece ve sadece kulaklık için kullanılabiliyor
- Hafıza kartı yuvası yok
- FM radyosu yok
- iTunes şarkılarını melodi olarak kullanmaya izin vermiyor
- Bilgisayar sahibi olmadan, iPhone kullanmak mümkün değil. iTunes ile etkinleştirmek zorunlu
- Excel, Word ve PDF desteği görüntülemeden ibaret. Belge düzenlemeyi ve oluşturmayı desteklemiyor
- Safari tarayıcısı var. Fakat Flash olmadığından, pek çok sitede görüntüleme sorunu yaşanıyor
- Sesli arama, sesli komut ve ses kaydı yok
- A2DP, yani stereo Bluetooth kulaklık desteği yok
- Kablosuz eşitleme ya da internetten doğrudan içerik satın alma desteği yok
- Tarayıcısı var ama internetteki resim, müzik vb. dosyaları hafızaya kaydedemiyorsunuz
- AT&T dışı SIM kartların çalışmaması bir yana, her AT&T SIM kartı çıkarıp takışta bile aleti yeniden etkinleştirmek gerekiyor. Yani iPhone, cep telefonu tarihinin en karmaşık simkilitli telefonu


Bunların ışığında hemen akla şu geliyor, Amerika'da AT&T bundle'ı olarak bile ilk aşamada 500$ vermek gereken, AT&T üyeliği için de bir o kadar-belki daha da fazla- isteyen bu cihazı almak isteyenlere bu bilgileri vermek de boynumuzun borcu.


Beni bu konuda bilgilendiren Ethem Tolga'ya teşekkür etmek isterim.


Düşünsenize 3rd party yazılımlara kapalı. Evet güvenlik fazla olur ama yenilik icin Apple'a göbekten bağlısınız. google'ın yükselişinin sırrını düşünürseniz biraz ayıp oluyor yaşadığımız dünyaya.


3g desteği olmaması da ilginc. 3g'nin geleceğine olan inançsızlığı mmu gösteriyor acaba. Peki EDGE paralarını kim ödeyecek ?


Peki java ve flash'siz bir internet düşünebilen var mı artık? ben düşünemiyorum. Eee, iphone'un desteklemediği bu özellikleri içeren sayfalar ne olacak? yani aslında nerede ise internetin yarısında gezememiş olacağız. Java konusu internette kızışmış. Oreilly.net bu konuda açmış ağzını yummuş gözünü mesela. Flash konusunda gelişmeler var, buradan bakabilirsiniz.


Video kaydı ilk başta yoktu. Ne kadar ilginç değil mi? Kamerası var çekim yapamıyor. Gel de gülme. Neyse ki, yazılımı geliştirmişler de artık çekebiliyormuş. Aşağıdaki yazıyı Macdailynews'den aynen aldım. Okuyun ve gülün;
"Today I have gotten video recording to work, as it stands my max fps is 40-45 and I am limited by the iPhone's RAM, so I need to keep working to get closer... Right now I can capture 2mp quality at 10fps for 10 seconds. When I lower the quality to normal phone size .mov I should be able to get a higher fps and a minute of video at least," drunknbass reports via Monster and Friends."I'm posting a binary that will record 5 seconds of video and replay it. There is no UI, this is a very simple proof of concept. All data is stored to memory. I can actually record twice as long, but for this sample 5 seconds is fine (this will record 5 seconds at 10 fps," drunknbass writes. "The final app will be able to record somewhere from 15-30+ fps and should have an unlimited file lenth."


Ama tabii yıllarımızı bilgisayar ve internete verince, apple'ın dahi ismi Steve Jobs'u bilmemek imkan değil. Adam 80'lerde apple'ı tavan yaptı, gönderdiler battılar. geri geldi Imac'ler ile tavan yapti. Iphone'u cikaracagi soylentisi bile Apple'in tavandaki yerini saglamlastirmasina yetti. Kendisini saygı ile anıyorum. Bundan sonra Iphone destekleyen bir yazıya yer verecegim....

11 Aralık 2007 Salı

Herşey'in çocukluğu güzel ! Hiro mu? Hero mu?



Heroes dizisi ile sağolsun bir arkadaşımla tanıştım. Hiro Nakamura diye değiştirince nickini MSN'de dedim bu ne ola ki şimdi. Dedi "abi tam eski çizgi roman tadında süper bir dizi" e bende gaza geldim aldım elindeki bölümleri. Gerçekten de izlemeye başlayınca bana eski "Örümcek Adam" tadını veren bir dizi olarak hemen gözümdeki değerini büyütüverdi.

Örümcek Adam, Marvel'da bir dönüm noktasıdır çünkü, gündelik dertleri olan, kirasını mı ödeyeceğini, süper güçlüler ile mi savaşacağını bilemeyen genç bir adamı tüm samimiyeti ile anlatır. İnsan kendinden bir şeyleri daha güçlü bir şekilde hisseder ve bu da çizgi romanın başarısını arttırır.


Heroes'da da ilk sezon bu tadı yakalamıştı. Hiro Nakamura güçlerini keşfedene kadar arkadaşı Ando ile 5 yaşında erkek çocukları misali "heyo heyo" takılıyordu, matt parkman ordan oraya sekiyordu, Petrelli kardeşler arası yaşanan "winner/looser" olayı olsun, abi-kardeş çekişmeleri olsun hepsi gerçek hayattan kesitler şeklinde idi.


İkinci sezon'da hayat zebellah gibi çöktü Hiro ve arkadaşlarının üzerine ve "olgunlaşma" başladı. Ama ilk sezondaki samimiyet kaybolmuş, o kimyaya bir şeyler olmuş. Kahramanların güçlerinin gelişimi çok egzantrik ve ani oldu. Mesela;

  • Beyin okuyucu polis memurumuz Matt Parkman babası ile karşılaştıktan sonra X-men'deki Charles Xavier ayağı biri olma yolunda ilerlemeye başladı.

  • Mohinder'i ben biraz "Alpha flight" isimli cizgi romandaki Heather MacNeil karakterini andırıyor bana. Gün olacak devran dönecek mohinder'da üstün güçlere kavuşacak bence benzer şekilde.

  • Molly karakterini ben hiç sevmedim, sevemedim. gücünü de sevemiyorum, fazla ısmarlama bir güç, hani sezon'a özel bir güç gibi geliyor bana. üçüncü sezon'da görür müyüz bilemem....

  • Sylar karakterini oynayan Zachary Quinto karakterinin tipinden büyük bir ihtimalle bana fazla karizmatik gelemiyor. Japon bilgisayar oyunlarındaki koca gözlü tiplere uygun bir oyuncu bulmuşlar. hani boyu, bacakları kısa karakterler olur. hah onun biraz uzun hali. neyse bana hiç supervillain gibi gelmiyor.

Üçüncü sezon'da neler olacak yavaş yavaş konuşulmaya başlanır yakında. bir kere kafadan "milletin anası babası gençken naaptı? Adam ile ilişkileri" konulu bir iki bölüm bekliyorum ben. Ama klasik çizgi roman mantalitesine girer, bir seri de "The original Heroes" gibi bir şey yaparlarsa da şaşırmam. (bkz: Battlestar galactica: Razor)

Yani ilk sezon'daki kadar sevmedim, üçten sonra uzatacaklar kokusunu aldığım bir dizi havasına bürünmeye başladı heros sonuç olarak.

9 Aralık 2007 Pazar

Golden Compass ve Majestik Sinemaları




Pazar günü olması vesilesi ile biraz uzattığımız uyku serüvenimizi saatn 14:00 gibi sonlandırdıktan sonra uzun bir kahvaltı yapalım dedim Tuğba'ya. Kahvaltı'nın detaylarına girmeden sonuç olarak epeyden beri reklamları ortada gezinen "The Golden Compass" isimli filme gidelim kararını aldık.

"nerede gidelim?" sorusu aldı ilk sırayı. Baktık bir sürü sinemada oynuyor. Öncelikli olarak "Türkçe Dublajlı" olayına karşı olma durumumuzdan dolayı dublajsız oynatmayan, ya da dublajsız matineleri gecenin körü olan sinemaları eledik.

- Dublaj konusunun altını şu şekilde doldurayım, Türkiye'de film çevirmenliği gibi bir mesleki kaygı yok, mevcut çevirileri yapanların ise ben yeterlilikleri konusunda çılgın şüphelere sahibim. Kendi kulaklarımla dinlediğim ve anladığım ile alakası olmayan şeyler yazınca alt yazılarda, dublaja çok soğuk bakmaya başladım. En azından alt yazılı versiyonlarda alt yazıyı okumadan filmi anlayabiliyorsunuz.

Neyse sonuçta Cevahir Alışveriş merkezinde bulunan Megaplex sinemalarında karar kıldık. hem matinesi bol hemde evimize yakın dedik. Gittikten sonra gördük ki, alt yazı için bir salon, dublaj için başka bir salon ayırmışlar. Bunu da ayrıca takdir ettim.

Mekan Temiz, ferah ve bir sinema salonundan isteyeceğiniz detaylara sahip. mısır patlağı ise mısır patlağı, frigo ise frigo elinizin altında. çok da pahalı gelmedi bana. daha asortik takılmak isterseniz, biraz ileride artistij patinaj tadında bir cafe var. ama aynı kolayı (aynı kola deme corc aynı kola deme) 2 katı fiyata bardakta isterseniz o da mevcut yani.

Biletleri alma aşamasındaki bilet satan kız biraz hayatından tiksinmiş de olsa bize iyi davrandı ve hayata dair tiksintisini arka plana atmayı başardı. Ama ben şahsen kendisine "kolay gelsin" derken, işi ile ilgili değil, hayat ile ilgili bir temenni de bulunuyor idim.

bilgisayar ekranından nerede oturmak istersiniz seçebiliyor olmanız güzel. Bu nedenle kızın verdiği yer yerine kafamızın istediği yeri seçme özgürlüğünü kullandık. Ama sonra gördük ki, kızın seçtiği yer daha iyi imiş :)

Neyse aldık patates mısır patlamışlıklarını geçtik salona. Salonda koltuklar çok rahattı. koltuk araları geniş olduğu için insanların yanınızdan geçmesi sizi pek kızdırmıyor standart sinema salonlarında olduğu gibi. Bu güzel bir şey.

Perde geniş, ışıklandırma güzel, perde dışında bir şeye konsantre olmak zorunda kalmadım. Ses düzeni de kötü değildi, ama başka bir filmde denemek lazım. bu filmde ( "The golden compass") ses düzenlik bi durum görmedim şahsen.

"Gelelim filme" diyeceğim, ama şunu da belirtmeden edemeyeceğim abartmıyorum ben 20 dakika reklam izledim filme geçmeden. yani eşşeğin kulağından girip kıçından çıkmışlar reklam konusunda. bir ara "çıkalım mı ben sıkıldım reklamlardan" falan dedim. Ancak bu filme özel bir şey mi bilemedim. Öğrenince yazarım sizlere.

Bu arada tam 12YTL idi. Teb bonus'u olanlara 2 YTL indirim varmış ama bizde o karttan olmadığından indirme mevzusuna girmedik. hani ne kadar derseniz diye sööliim dedim.

Salon ve sinema hakkındaki bilgilerden sonra filme geçelik. "Golden Compass" bir fantastik masal filmi. Aslında bu tip filmlerin asıl yapılma amaçlarından biri "giydirmeyi masal tadında" yapmaktır.

Film hakkında hiç bir detay vermeyeceğim, konusunu da yazmayacağım. Ben daha çok filmden sonra hissettiklerimi yazayım istiyorum burada. başka bloglarda ne yapıldığı beni bağlamıyor, ben hissetiklerimi paylaşayım dedim. Bu blog'u okursanız zaten hislerimi ve fikirlerimi paylaşıma açıyorum. kalanı zaten herkesin kendine özel bi durum. her izleyen filmde kendi mevzusunu yaşar. Ben en fazla ön yargı yaratırım....

Neyse filmden sonra bir "iyi ki bitti" modu başladı bende. Biraz sıkıldım. Aslında anlatılanlara "aşina olmam"dan mı? "anlatılış tarzının masalsı olması" mı idi beni bayan tam bilemiyorum ama sıkıldım. 20 dakika sonra ne olacağını kafadan bilebileceğim kadar klişe çekimler vardı. yani o kadar ki "acaba ben yazsa idim bu filmi aynı parayı verirler miydi" diye düşündüm bir ara. Artık sinema endüstrisi öyle bir durumda ki, olayın şeyi çıktı. baygınlıktan baygınlık geçirdim. Ki mevzular da güzel yani, otoriteye karşı (özellikle bir söylentiye göre
"özgür irade" adı altında hafiften kitaplı dinlere giydirme niteliği taşıması"), insanın kendi içinde sonsuzluğu mevzularını yansıtması falan şeker şeyler ama bilmiyorum ben anlatlılan dili sevmedim şahsen....

Toplamak gerekirse ben "golden compass" filmine 4 veririm 10 üzerinden. ona da başroldeki kız, kostümler,, mekan seçimleri ve görsel efektleri nedeni ile. o kadar....