20 Aralık 2010 Pazartesi

Bebek yattığı yerden bellidir


Bebek sahibi olmak gerçekten insanın hayatına 850 milyon tane yeni şey sokuyor. Bundan sonra ara ara, anne-baba adaylarının hayatına sonradan giren ve kafa karıştıran ilginç sorulara değinmeye karar verdim.

Bugün "Bebek karyolası" dilemması üzerine konuşmak istiyorum. Bu ikilem en basit olarak "bebek karyolası çocukla beraber büyüsün mü, büyümesin mi" olarak açıklanabilir. Aslında yatak işine derinlemesine girince sizin de farkedeceğiniz gibi, aslında seçenekler bir sürü. Bu da işi iyice içinden çıkılmaz hale getiriyor.

Şimdi son 2 haftadır cevabını bulamadığımız bebek karyolası konusunda sizlere derlediklerimi sunayım.

Önce bebek yatağı çeşitlerine girelim:

Sepet beşik



6 ay kullanım ömrü olan, yeni doğan beşiğidir. Bu beşiği çekici kılan şey küçük olması ve ebeveyn yataginin yanına konumlandırılabilmesi. Böylece en azından ilk 6 ay anne çocuk odasında bir kanepe'de uyumak zorunda kalmıyor.

Sallanan beşik



Çocukların sallandığı zaman uyudukları ve sakinleştikleri tarihin başından beri bilinen bir gerçektir. Bu nedenle aslında "beşik dediğin sallanır" mantığı pek çok insana mantıklı gelir. küçük olduğu için bu da ebeveyn yatağının yatağı yakınına konumlandırılabilir ve odalar arası geçişi azaltabilir.

Portatif beşik



Annelerin en sevdigi tercihlerden biri. Çünkü hem küçük, hem de mobil. Ayakları tekerlerli olduğu için kolayca o oda senin, bu mutfak benim gezilebilir. Genelde bu daha büyüktür ve 1 yaşına kadar kullanıldığı rivayet edilir. Tabii bu tekerleklerin frenli olanlarından almak hem çocuk, hem anne hem de baba sağlığı için yararlı olacaktır.

Portatif beşik hem uyanık bebeğin annesinin yanında olmasını sağlar, hem de uyuyan bebeğin annenin aklını çıkarmadan işlerini yapmasına olanak verir. Yararlı bir şey.

Park yatak



Erkekler için ilk duyduklarında "araba park etmek" ile ilişkilendirilen, sonra "oyun parkı" olarak açıklandığında akla yatan bir yatak şeklidir. Aslında portatif beşiğin katlanabilir olanı da diyebiliriz bir şekilde. Bu yatakların bir özelliği de orasına burasına yerleştirilmiş oyuncaklar ile çocuğun parkmışcasına oyun oynamasını sağlamasıdır. Bu arada ben müzikli, orasına basınca titreyen burasına basınca tavana yıldız yakan versiyonlarını da gördüm. 1-2 yaşına kadar çocuk oyalayabilitesi var denmekte.

Bebek Karyolası



İşte dananın kuyruğunun inceldiği yer. Ebeveynler sanki çocuk anlayacakmışcasına odasını bir fantazi dünyasına çevirme hissiyatına kapıldığı anda zaten yukarıda saydığımız tüm yatak çeşitleri yardımcı ürün oluyor. Bu noktada bebek karyolası, yanlarında parmaklık şeklinde koruma bulunan derin yataklar. Aslında bebek yataklarında genel kural, tırmanarak çıkamayacağı derinlikte bir mekana çocuğu yerleştirmek olduğu için, bebek karyolası da bu kuralın bir istisnası olmamış. Bebeğin yataktan inebilitesine göre 2 yaşı civarında parmaklıklar çıkarılıp normal yatağa benzer bir şekilde kullanılabilir.

Büyüyebilen Bebek Karyolası



Bebek karyolası ve diğer seçenekler ile kafası iyice karışmış olan ebeveynleri iyice zıvanadan çıkarmak için üretilmiştir. Bebek karyolasının ucuna şifonyer monte edilmesi ile oluşturulmuştur. Bu şifonyer bazen sandık, bazen çekmeceler ile dolu olabilir. Bebek büyüyünce bu şifonyerimtrak yapı çıkarılıp, içyatağın değiştirilmesi ile 5 yaşına kadar rahatlıkla kullanıldığı belirtilmektedir.


Anlatılanları bir yana bırakırsak, bu süreci geçmiş ailelerin genel olarak söylediklerini de aşağıda listelemek istedim:


- Büyüyen yatak almak her ne kadar mantıklı gibi gelse de, çocuklar belli bir mantık seviyesine ulaştıkları an yeni bir takım istiyor. Yaşasın tüketim çılgınlığı ve çocuklara reklam yapan karaktersizlik. Yani siz çocuk büyüyünce de bunu kullanırız diyorsunuz, ama aslında 4-5 yaş civarında yenileyeceğiniz bir takım almış oluyorsunuz.

-Karyola almanın ( büyüse de büyümese de) en büyük riski çocuğa anne-babasının yatağında yatma onayı verildikten sonra çok az çocuğun yatağına geri dönmesi. Pek çok anne ve baba "bilse idim almazdım" şeklinde yorum yaptı karyola olayına...

- Psikopata bağlayıp hem beşik, hem park yatak, hem de karyola almak da bir seçim tabii. Ama pahalı bir seçim olduğu ve evde ciddi bir metrekare yiyeceği de ayrıca düşünülmesi gerek.

Sona doğru:

Hadi diyelim bunları aştınız ve alacağınız yatak şekline karar verdiniz. Peki nereden alacaksınız? Masko ve Modoko hiç ucuz değil. Modoko'da ortalama odalar 2500 TL civarında. Çilek gibi hazır odalar da 2000 TL civarında. Eğer daha ucuz takımlar var mı derseniz Demirkapı ve Pendik'te 1000 TL altına takımlar bulunabiliyor.

Eğer sadece büyüyen yatak alırım derseniz modoko'da 1200-1700 arası bir rakamı ( 2010 sonu rakamları ) gözden çıkarmak gerekiyor.

Derseniz ki, IKEA var kardeşim, takımı ordan toplarım. Öncelikle şunu bilmelisiniz ki, IKEA mobilya yapmıyor. Ikea ev eşyası yapıyor. Kesinlikle gittiğiniz zaman çocuğunuza yakıştıramıyorsunuz. Alanlar genelde 2-3 kere gitmiş benim çevremde. ilk gidişlerde bir heves var ama çocuğu içinde düşününce yakıştıramıyor insan. Bu arada IKEA'da bebek karyolası (büyümeyen), dolap, şifonyer ve alt açma tahtası yaklaşık 800 TL civarına geliyor.

Son yorumumu soracak olursanız, bence büyümeyen karyola ve park yatak mantıklı. hem mobilya alıp çocuk odasını odaya benzetiyor, hem de park yatak ile mobilite sağlıyorsunuz. Evin gömme dolap durumuna göre dolap ve şifonyer de alınabilir.

"Sen ne yaptın peki?" derseniz, henüz yapmadım. Yapınca buradan yayınlayacağım.

5 Kasım 2010 Cuma

İzmir Köftecisi

Eşim hamile olduğu için "hem karıma hem kızıma bir ana yemek yapıvereyim" gazı ile geçen sefer yaptığım kereviz yemeğinin beğenilmesi sonrasında ikinci yemeğim ile karşınızdayım.

Bu sefer "İzmir Köfte" yapacağız. Bu amaçla öncesinde yaptığımız küçük alışveriş ile aşağıdaki malzemeleri hazır ettik:

Malzemeler



2 Adet Domates (Resimde 3 tane ama ben 2 tane kullandım)
3 Adet Çarliston Biber
1 Adet Beyaz Soğan
1,5 Kilo Patates
1 Kilo Kasap Kıyması (Kasap'tan aldım ciddi ciddi, güvendiğiniz kasabınızdan alın, marketlerde satılan dandik köftelerden almayın)

Yardımcı Malzemeler:
Salça
Tuz

Bu malzemeler ile kaç kişilik yaptım bilemiyorum ama 2 kişiyi bir kaç gün götürür diyebilirim. Bu nedenle benim oranlarımı kendinize göre değiştirebilirsiniz. Bu yazımda ana amacım yemek yapmanın dışarıdan ısmarlamaktan hem daha ucuz, hem daha leziz, hem de daha keyifli olduğunu sizlere hatırlatmak.

Hazırlık

Öncelikle patates, domates, biber ve soğanımızı yıkayıp temizliyoruz. Hemen sonrasında patatesleri soyup, yuvarlak yuvarlak kesiyoruz. Kalınlık sizin keyfinize kalmış ama minimum 1 santim olsun derim. 1 santim derken ince olmasın yeter.



Kestiğimiz patatesleri bir kaba koyarak hemen soğanı kesmeye başlıyoruz. Soğanı da aynen patateslerde olduğu gibi ince olmayan (kalın da değil, iki arada bir derede) yuvarlak halkalar halinde kesip kenara kaldırıyoruz.







Benzer şekilde domatesleri de yuvarlak yuvarlak kestikten sonra çarliston biberleri uzunlamasına keserek hazırlık aşamasını bitiriyoruz.



Yapım Aşaması

Şu anda elimizdeki malzemelerin durumu aşağıdaki gibi:



Bu noktada iki ayrı ekol olduğunu belirtmem lazım. Patates ve köfte'lerin önce kızartılmasını öneren Kayınvalide ekolü, ve kızartmadan çiğ bir şekilde tencereye dizilmesini öneren Kayınpeder ekolü.

Ben Kayınvalide ekolü ile ilerlemeyi tercih ettim.

Bu amaçla bir tavada patatesleri ve köfteleri kızarttım. Kızartma işlemine hafif olması adına az ayçiçek yağı koydum. Özellikle patateslerin çok kızartmadım, diri bir şekil ve renk alınca alıp geniş yayvan bir tencereye en altına dizdim.





Benzer şekilde köfteleri de kızartıp, daha önce yerleştirdiğimiz patateslerin üzerine güzelce diziyoruz:



Sonrasında bunların üzerine sırası ile soğan, domates ve biberleri yerleştiriyoruz:





Bu noktada yanda bir kap içinde salçamızı su ile karıştırıyoruz. Ben biber salçası kullandım. Ancak karışık ya da domates salçası da kullanılabilir kanımca.



Bir de acı sevenler için bu noktada kırmızı pul biber de katılabilir ancak ben hamile yemeği nedeni ile hem tuzu hem de pul biberi eklemedim.

Salçamızı hazırladıktan sonra bu karışımı tenceremize döküyoruz, püf noktası her yana geldiğinden emin olmak.



Eer yapmış olduğunuz salça ve su az gelir ise, yemeğin üzerine gelecek kadar su ekleyin. domateslerin üzerine kadar çıkmasına gerek yok.

Artık yemeğimizi pişirme aşamasına geçebilir ve kısık ateşte ısıtıyoruz.



"Ne kadar ısıtacağız?" diye sorduğunuzu duyar gibi oldum. Ben şahsen 20 dakika sonra gelip patatese çatal batırarak kontrol ettim. Galiba 30 dakika sonra oldu. Altını Kapatıp biraz bekledikten sonra en üstte belirttiğim gibi "dışarıdan ısmarlamaktan hem daha ucuz, hem daha leziz, hem de daha keyifli" bir aktivite sonunda "İzmir Köfte"miz yenmeye hazır idi:

31 Ekim 2010 Pazar

Autoshow 2010 Istanbul

Hani öyle araba delisi değilimdir. "Ayağımı yerden kessin" ile başlayıp, "rahat, konforlu ve güvenli olsun"'a gelmiş bir sürücüyüm.

Ancak geçen cuma Autoshow 2010 Istanbul'a gittikten sonra "vay vay vay" demeden geçemeyeceğim araçlar gördüm.

Ancak otomotiv endüstrisi ile ilgili çok net bir yorum ortaya çıktı. Almanlar bu işi biliyor. Alman markalarından sonra Fransız ve Italyanlar çok yavan geliyor. Evet tabii ki Ferrari, Lamborghini fantazi harika ama sadece onlarla endüstri dönmez ki..

Volvo Coupe C30
Girdiğimiz anda önce Volvo'lar karşıladı bizi. Volvo bu işi biliyor, biz de Volvo'yu biliyoruz. Volvo'nun Coupe C30'u bize merhaba dedi ve şov başladı.



Aston Martin V8 Vantage Roadster
Volvo'dan sonra Aston Martin bir kaç araba ile boy gösteriyor idi. Aston Martin'lerin yanına yaklaştırılmamak çok keyifli değildi. Sonuçta baz fiyatı 130.000$'mış. Jaguar'ı olsun, Mercedes'i olsun 200.000€ 'luk arabaları izleyicilere açmışken, Aston Martin'in bu yaptığı çok hoşumuza gitti diyemeyiz.



Range Rover EVOQUE
Range Rover'ları çocukluğumdan beri severim. Camel Throphy vardı eskiden ağır keyifli yarıştı. Camel içenleri gönderirlerdi takım olarak. Range Rover'ı ordan severdim. Fuarda gördüğüm EVOQUE Range Rover sevdamı başka bir noktaya çekti.



Mercedes F800
Sonra Fuar'ın ilk şokunu bize yaşatan Mercedes'e takdirlerimizi ilettik. F800 Concept'i görünce gerçekten "vay vay vay" oldum.



Zaten 2011 CLS serisinin yüzü oluyormuş bu araç. Hem benzin hem de elektrikli hibrid motora sahip toplamda 409 beygire sahip çok acaip bir araç yapmış Mercedes.



Mercedes CLS 350D

Henüz F800'ün etkisi devam ederken "Zaten concept car", "bundan sokakta görülmez" falan derken bir anda CLS-350D'yi gördük. F800 ne kadar hayallerden çıktı ise, CLS-350D o kadar gerçekti. Tabii hemen koltuğa oturdu Kayınço.





Audi

Bu fuarda özellikle "Almanlar bu işi biliyor" dememizde Mercedes kadar Audi'de apayrı bir yer etti. Matchbox renklerini şıklık ve performansla beğenimize sunan Audi gerçekten "biliyoruz da yapıyoruz" modunda idi.







Tabii bir de klasikler vardı her zaman insanların hayallerini süsleyen. Lamborghini, Porcshe, Ferrari, Camaro, Corvette... Paranız olsa bile artık o paraya ulaştığınızda sosyal konumunuz, yaşınız, çoluğunuz çocuğunuz derken alamayacağınız tarzda arabalar...











Bu arada Peugot sevdiğim bir marka değildir, ne alırım, ne aldırırım. Ama SR1 diye bir concept araba yapmışlar. Etkilenmedim dersem yalan olur...







19 Ekim 2010 Salı

Öyle bir geçer zaman ki...

Geçenlerde eski bilgisayarlarımı düşündüm. Hepsini şöyle bir yad etmek istedim.

Commodore 64(Efsane)


C64 kendi çapında bir efsane idi. İlk kez ilkokulda iken görmüştüm. İlkokulumuzun yakınındaki atarici bir tane getirmişti. Gelen ilk oyunu hatırlıyorum, grafikleri atari'ye göre daha detaylı, oyunlar ise daha uzun ve daha karmaşıktı. Babamların başının etini yediğimi hatırlıyorum. Sonra şans bana gülmüş Levent eniştem c64'ünü kurcalamam için bana göstermiş ve onlara gittiğimde kullanabildiğim bir bilgisayarım olmuştu. "press play on tape" yazısı ile uzun yükleme aralarında oyunun başlamasını "inşallah kaset sarmaz" stresi ile beklediğimi hatırlıyorum.

İçerik olarak ne idi derseniz

C64, 8 bitlik 6510 mikroişlemcisini kullanır. Bu işlemci 6502’den temel farkı 6 bitlik dahili I/O portu eklenmiş olmasıydı.(Evet 6 bit) 64KB RAM’e sahiptir. Bunun 38 KB’ını Commodore BASIC 2.0 kullanır. Ancak, istenildiğinde Commodore BASIC 2.0 'ın kullandığı RAM alanını da kullanmak mümkündür.(Şu anda şaka gibi rakamlar)

Grafik çipi VIC-II 16 renk, 8 sprite desteği (yazılım teknikleriyle arttırmak mümkün) ve 2 bitmap grafik modu sunuyordu. Standart text modunda 40 kolon destekleniyordu.

Ses çipi SID, her biri kendi ADSR envelope üreticisine ve çeşitli dalga formları, ring modülasyonu, filtre özelliklerine sahip 3 kanal içeriyordu. Zamanına göre oldukça gelişmiş bir model olan bu çip Bob Yannes tarafından tasarlanmıştı. Yannes diğer bilgisayar ses çiplerini “ilkel...belli ki müzik hakkında hiçbir şey bilmeyenler tarafından tasarlanmış” diyerek eleştiriyordu.

Şimdi tabii şaka gibi geliyor ama kesinlikle zamanının en iyi PC'si idi. Ki zaten yaşam süresi boyunca (1982'den 1994'e) toplamda yaklaşık olarak 17 milyon cihaz satması, ve bu zamanlara özellikle dikkat çekmek istiyorum, ne kadar başarılı olduğunu gösterir.

Amstrad 8512-PC



80'lerin ortası Türk eğitim sisteminde özel okul manyaklığının had safhada adeta "altına yarış" hesabı bir dönem idi. Ailemi bilgisayar laboratuvar'ında bulunan amstrad C128'ler ile kafalamış sağolsun bizim özel okul.

Neyse hem benim bilgisayara ilgimi bildiği için, hem de iş yerinde bilgisayara ihtiyacı olduğu için babam Vatan bilgisayar'a gidip Amstrad 8512 wordprocessor almış.

İçinde bir word processor, basic programlama dili, logo programlama dili gelmişti. E bende ilgili bir çocuk olarak çeşitli oyunlar oynasam da BASIC ile iyice haşır neşir olmuştum sayesinde...

PCW 8512'nin teknik özelliklerine bakacak olursak öncelikle 3.4 MHz'e düşürülmüş Z80 işlemcisi ve 512KB RAM'i ile C64'ten kat kat fazla güce sahipti. ( o zamanlar harddisk fantazi) Tüm herşey CRT monitor kasası içine monte edilmişti. Anakart, işlemci, power supply, 3.5 inchlik 2 floppy disk drive hepsi tek gövde de idi. Siyah fon üzerine yeşil yazan ekranı gözü hiç yormaz idi.

Bir süre Amstrad ile hem derslerime çalıştım, hem babamın dilekçelerini, projelerini yazdım çizdim. Taaaaa ki...

Amiga A500(One and Only)



Amiga bomba gibi düşmüştü resmen. 1990 yılına en sonunda allem ettim kullem ettim ve babamlar amiga almaya ikna oldu. Onları hem SEKA ASSEMBLER ile yazılmış programcıklar hem de "Deluxe paint" isimli çizim programı ile ikna etmiştim. Eve geldiğimde ise bilgisayarı alırken verdikleri "Barbarian" ve "Obliterator" oyunlarına dalıvermiştim. O zamana kadar renksiz olan dünyamız renklenmiş, sessiz olan evrenimiz hoş bir seda ile yankılanır olmuştu. Abartıyorum zannedeceksiniz ama o zamanki PC'ler grafik ve ses olarak o kadar acizdiler ki, yani evinde PC'si olan herkes Amiga için kafayı yerdi.

Teknik özellikler olarak neyi vardı derseniz aşağıdaki gibi idi içeriği:
* Motorola 68000 (16-bit CISC işlemci)
* OCS (çoğunlukla) veya ECS çipseti
* İşletim Sistemi : AmigaOS 1.2 ya da 1.3
* 512 KB CHIPRAM
o Hafıza için üst limit 16 MB
* Orijinal /Genişletilmiş çipset
* 50 hertz PAL ve 60 Hz NTSC televizyon çıkışı
* Yazılımdan değiştirilebilir ses filtresi

Amiga değişik işler için değişik çipleri kullanarak bir çığır açmış, herşeyi ana çip'e dayatan PC'lerden ayrılmış idi. Ses, görüntü, memory için ayrı çiplere yük bindirerek CPU'nun performansı ve kullanıcının zevki tavan yaptırılmış idi.

Byte dergisinin 1994 yılında aşağıda anlattıklarının altına imzamı atarım.

"The Amiga was so far ahead of its time that almost nobody--including Commodore's marketing department--could fully articulate what it was all about. Today, it's obvious the Amiga was the first multimedia computer, but in those days it was derided as a game machine because few people grasped the importance of advanced graphics, sound, and video. Nine years later, vendors are still struggling to make systems that work like 1985 Amigas.
--Byte Magazine, August 1994


Intel Chipset



Amiga ne yazık ki Commodore'un iflası sonrası başkalarına satılan bir marka oldu ve devamı gelmedi. Bende ister istemez gelişmeye başlayan PC dünyasına adımımı attım.

Genel olarak Intel chipsetli bilgisayarlara geçtikten sonra hiç named makina almadım. OEM parçaları toplayıp ihtiyacıma göre makina hazırlamak daha işime geldi.

Daha sonra ise ç alıştığım şirketler tarafından verilen HP, Dell bilgisayarlar oldu ancak Amiga'dan sonra hiçbir marka benim için araçtan öteye gitmedi.

Bu satırları da yakında değiştirmeyi düşündüğüm Amilo M serisi laptop'ımdan yazıyorum....

18 Ekim 2010 Pazartesi

On the Paradox of Choice...

Ff'de gezerken TED ile ilgili beğenilen videoların sorulduğu bir feed'e rastladım. kendi beğendiğim bir video'yu koyduktan sonra Barry Schwartz 'un "On the paradox of choice" isimli konuşmasını seyrettim. Genel olarak özetlemek gerekir ise seçeneklerin çoğalmasının tatmini arttırdığı yanılsaması üzerine çok güzel bir konuşma. Keyif almanız dileği ile:


13 Ekim 2010 Çarşamba

Bilişim Teknolojileri kullanımı artışta

Türkiye İstatistik kurumunun sitesine göz attım biraz önce. Hanelerde Bilişim Teknolojileri Kullanımı (Türkiye, Kır, Kent)oranlarımızı aşağıdaki tabloda görebilirsiniz. Bilgisayar kullanımı Türkiye genelinde %83 oranında artarken, Internet kullanimi %121 artış göstermiş. Bence güzel rakamlar bunlar. İlgili tablolara buradan ulaşabilirsiniz.



Ancak hiç bilgisayar ve internet kullamamış insanların oranı da hala çok yüksek bence, nüfusun %56'sı bilgisayar %58'i interneti hiç kullanmamış. 16-74 yaş arasına bu araştırmanın yapıldığı düşünülürse bence ciddi bir oran.

12 Ekim 2010 Salı

Yemek'li entry

Evde sağlıklı leziz yemek niye yapmayalım? Yapalım bence.

İşte "Do It Yourself" ev yemeği. Hanımı mutfaktan çıkardım, Bolu mengenli erkek ahçıları kendime model alıp yemeğe giriştim.

Malzemeler



Öncelikle malzemeleri sayalım: ( bu malzemeleri kafamıza göre koyduk galiba 4 kişilik oldu, 3 gündür tüketiyoruz bitmedi )

3 adet orta boy kereviz
7 tane soyulmuş kesilmiş pırasa
4 tane orta havuç
2 tane soğan
yarım kilo yemeklik but sote
3 avuç haşlanmış nohut

Haydi yemeği yapalım:

Önce işe kerevizleri soymak, saplarını küçük küçük kesmekle başlıyoruz.





Daha sonra kerevizleri de kare kare keserek bunları limonlu su içinde bekletiyoruz.



Şimdi sırada havuç ve pırasalarımızı doğramakta. Her ikisini de güzelce doğradıktan sonra, bu doğranmış pırasalari da kerevizlerin yanına koyuyoruz. Havuçlar ayrıca bir yerde duruyorlar.





Şu anda elmizde güzelce kesilmiş kereviz, kereviz sapı, havuç ve pırasa var ve hepsi limonlu suyun içinde bekliyorlar.

Yemeğimiz özünde etli sebze yemeği olduğu için, hazır kerevizlerimiz de kararmasın diye limonlu suda beklerken eti kavurmaya başlayalım.

Bunun için soğanlarımızı minik minik doğruyoruz ve az zeytinyağlı tenceremiz içinde kavurmaya başlıyoruz.





Kavurmak için büyükçe bir tencere içine biraz zeytinyağı ve biber salçası koyuyor ve altını yakıyoruz. Kavurmaya önce tabii ki bir soğan ile başlıyoruz, klişe bir laf olacak ancak soğanlar pembeleştikten sonra eti de tencereye atıyor ve kavurma işlemini, gözümüz tatmin olana kadar devam ediyoruz.



Sonrasında havuçları atıp ara ara karıştırarak havuçları yumuşatıyoruz. Burada ne kadar süre devam edeceğiniz size kalmış.



Bu arada limonlu su içinde bekleyen kereviz ve pırasaları süzmek için güzel bir zaman çünkü onları a atıyoruz artık tencereye.



Bir süre karıştırıyoruz, bu süre yine göz kararı sebzeler sularını verip, tabir-i caiz ise hafif sararacakları kadar olsa yeter.



Artık yemeğin hazırlanmasının son aşamasına geliyoruz, daha önceden haşlamış ve buzluğa atmış olduğumuz nohutları da çıkarıp tencereye atıyoruz.



Ve hepsinin üstünü kapatacak kadar su, kafamıza göre tuz ekleyerek tencerenin kapağını kapamadan önce son bir kere bakıyoruz.



Bu noktadan sonra ara ara bakarak yemeği pişirdik. yani 15-20 dakika kaynamıştır herhalde. Kerevizlerin beyaz kısımları erimesin. ordan anlarsınız. siz yine de ara sıra bakın. Kapamaya yakın içine yarım limon sıkın.

Ve Tataaaaaaaaam. işte toplamda 1 saat gibi bir sürede hazırlanıp yemeye hazır hale gelen "Do it yourself" Etli pırasalı kereviz yemeğimiz hazır.